31 Mayıs 2014 Cumartesi

FINAL WEEK

ruhumu alıpta kalıpta dondurmuşlar ,
onu  sıkıl diye  toprağa kondurmuşlar....

  Bu şiiri bilenler  fark eder belki  halimi anlatmak için biraz değiştirdim.  Sadece  canım çok sıkılıyor  , bir dönemin daha sonuna geliniyor  ve  final  haftası yaklaşıyor , kafamda  hangi ders nasıl  çalışılacak  bir plan  yok.
   Dün gece  microprocess e  baktım  , öyle  baktığımı  farkettim , yav  vizeden sonra  işin ucu  kaçmış, derslere adam gibi girmedim,  görünen  o ki  baya  bir  efor sarf etmem  gereken en başlıca  ders , kitap şu an karşımda  sinsi  sinsi gülüyor '' gel buraya  ne  halt yiyorsun orda  sana sınavda  gösterecem ben  yazıyı bloğu der gibi ''   ama kendinden haberi yok salak dersin , adam gibi ders diye  başka üniversitelerde   gösterilmiyor bile , gösterilende  günümüzde piyasaya uygun yazılım  şeklinde olanlar , işte  bizim  deü farkı bu  işte .zaten bu bölümde  yazılım ve sinyal dersleriyle  hiç aram iyi olmadı ki bunla da olsun.  ne yapalım sistem öyle bir sistem ki her şeyi bilmen lazım dercesine adamı boğuyor, kardeşim  bana  kendimi  geliştirmek istediğim alanda  ders versene , hay sizin üniversite anlayışınıza  diyor insan da  elden gelen bir şey yok. şu diplomayı  allahın izniyle alsaydık.

 Sonra  control  var ,  allahtan hoca vizelerden sonra  fazla konu işlemedi, yinede hiç bakmadığım  iki slayt var sanırsam. en azından micro gibi değil çalıştıkça  anlaşılıyor  , zaten  taşları yerine oturttuk   vizelere çalışırken  biraz daha  kasarsak  olur inşallah .

 Tabi  motor  bangır bangır  bağrıyor  iki tane hiç bilmediğin konu var bende  hemen  oh  çekme   diye , zaten oda bir sıkıntı  controlle  motor peşpeşe , şu  bir hafta  hem motor  hem micro çalışmalıyım ,  adını gönlüme yazmak istiyorum motor , en sevdiğim derssin ama   ona da  eyüp hoca izin vermiyor,  standartı yok  adamın, o kadar  çalıştık öğrendik ilk dönem ne oldu hop finalde  lokum gibi sorularla  lokum gibi sınava tabi tutaraktan  , biz dc motor dedik candır dedik çalıştık , hoca gitti , iki tane  baba  trasformator cananı  getirdi. neyse  fazla  takmadık be motor  eğildiysek te sana karşı eğildik dedik ve bu döneme geçtik.  ama yine de bu durum beni  her zaman  çekimser  davranmak zorunda  bırakıyor  power a  karşı.  ve şu anda aklıma  barış mançodan o şarkı geldi  ''

Arpa buğday yan yana orak istemez 
Yağız at şahlandımı durak dinlemez 
Sende biraz naz ediyorsun ama sanki bana gönlün var gibi gibi 
Yüzüme karşı git diyorsun ama sanki gözlerin kal der gibi gibi 
Yeter çektiğim insaf et gayri senin bana gönlün var gibi gibi ...  
 şu an bu şarkı senle beni anlatıyor motor  bilinmez duygu  karmaşıklığını ve acısını.  

 Analog   communication ,oh canını sevdiğimin dersi  her ne kadar lablarından o devre tasarımlarından  ve  kurduğun halde çalışmayan devrelerinden   nefret etsem de  ,  keşke hepsi senin gibi olsalar be. bu senin kolaylığından değil , bunun en büyük sebebi hoca farkı  standartı belli hocaların , nerde ne  soracağı  , adamlar  uzaydan soru getirmiyor, ne  anlattıysak onun kafasındalar  , daha  doğrusu  kendilerinin yapabileceği soruları soruyorlar öğrencilere.
 
Hadi bakalım  başlasın final maratonu  ve yine barış mançoyla  kapatalım
Yaz dostum
Mustafa söyler kendi bir ders alır mı
Yaz dostum
su üstüne yazı yazsan kalır mı
Yaz dostum
bir dünya ki haklı haksız karışmış
Yaz dostum
boşa koysan dolmaz, dolusu alır mı

22 Mayıs 2014 Perşembe

NE ARA BÜYÜDÜK

    Bilinç altımızdan kendi dünyamıza muhteşem bir şekilde uyarladığımız  zaman denilen  olay , her yeniyi eskitip her eskiyi çürüttüğü gibi, güzel memleketimin  güzel mahallemdeki , güzel insanların da   bir devir teslim  yaparcasına değiştirmiş.

    Her şeyde önde olan dedelerim  artık eleğimi eledim astım dercesine   işlerden ellerini çekmişler, her  memlekete gittiğimde  onları  daha bir sakin  daha bir başkasının işine karışmayan ve ölümden daha fazla bahsederken buluyorum. Bazen tlf da bile  nasılsınız  sorusuna cevap olarak o bir yüzyıla  bedel ağızlardan artık  hayata  karşı gardını indirmiş  ses tonuyla '' nasıl olalım oğlum ölümü bekliyoruz artık '' diyor. artık oğulların , kızların, anamın, babamın  onların sözlerini  daha bir az dinlediklerini şahit oluyorum.

   Böylece zaman artık herkese yeni rollerini  veriyor,. artık mahallemde de babam , eniştelerim, dayılarım  dedelerimin yerlerini alıyorlar ,onlardan da küçükler onların yerlerini alıyor.

  Elbette zaman görevini sorunsuz bir şekilde yapıyor hiç kimseye kıyak geçmeden . Bir halt varmış gibi  herkes bu zamanda büyüyor ,içerisindeki acıları bırak başkalarına kendine bile itiraf edemeyecek hale geliyor, ve sonra keşke büyümeseydim demelerde  hiç bir şeye mani olamıyor.

  Kendime sorarsam , ne zaman büyüdük bilmiyorum  ama  bu zaman bizlere de yeni roller verdi.  Gurbetteyken büyüdüğümü fazla anlamıyorum.  Her tatilde mahallemdeki  benden sonrakileri, büyüyen nesli gördüğümde , benim olduğum yerde şimdi başka çocuklar olduğunu gördüğümde , her şey çıplak bir şekilde büyüdüğümü gösteriyor.

 En çok fark ettiğim şey ise bir zaman sonra herkesin hayatı bildik , ezberlenmiş hatta  ne kadar  çekici görünse de kendini tekrarlayan ve sıkıcı bir hal almış o heyecanını yitirmiş,  bu  zaman parçasında yeni heyecanlar çıkaramayacaklarını kabullenmiş gibiler.  Sanki geçmişteki hayal kırıkları  gelecekle ilgili hayalleri kesip yok etmiş gibi.

 Bütün  mahallem ve insanlar için sanki bir fotoğraf olmuş hayat, belli bir süre sonra  kimse  ne var diye  dönüp bakmıyor hayatına.

 Kendini , ölümü bekleyen bir hastalığa yakalanmış gibi beklemekten kurtarmayı da öğretiyor zaman ,ve bunun  kendi hayatına bakabilmekte olduğunu anlayanlar öğreniyor.




18 Mayıs 2014 Pazar

ONLAR

        Sanki görülmez duvarlar örülü her yerde  ruhumu içine almış da  bambaşka yerlerde bambaşka  şekillere sokuyor. Her defasında bir daha yapmayacağım diye  ağlayan  çocuk gibi hissediyorum kendimi. Bugün ne oldu yarın ne olacak sevdiğim insanlar  nerede ? Önümde uzayıp giden bir yol ve ben ellerim cebimde  bekliyorum . Bazen bu bekleyiş  saatlerce sürüyor bazen günlerce  bazen bir bakmışım koşuyorum  elimde olsa nefes bile almayacağım . Sonra  fark ediyorum ki   geride  fark etmeden çok şey bırakmışım  ama geri dönemem , sonra yavaşlıyorum  olanları düşünmeye başlıyorum.  Ve keşkeler  hayatı , uzayıp giden kavak ağaçları gibi  oluyor önümde. Sonra  her hangi bir sıkıntıda  aranması gerekenler listesi vardır  hani  her insanda ya ,  işte onlardan bende de var tabi  az ve öz olanlarından . Sevmediğim bir huyumdur bu benim sevdiğim insanlara karşı  her türlü korumayı yaparım  ama  onların dışında kimse yokmuş gibi davranırım ve söylediklerini takmam.

          Siyaset  ve  edebiyat   konuşmak istiyorsam mahmut ceyhanı ararım, dinle ilgili muhabbet etmek istiyorsam orhan erdemi, okuldan sınavlardan konuşacaksam halit  köseyi, kızlardan konuşacaksam  mutoyu, ve yine  siyaset ama daha çok  dalga  mahiyetinde olanından ve gırgır  şamata  olmasını istiyorsam  mesut baltayı ve  murat aslantaşı ararım. 

         Mahmut ceyhan :   Yüksek bir öz güvene sahip  olmasına rağmen olmak istediği yere  hiç ulaşamamıştır kendisi. Gördüğü yanlışı dilin kemiği yokmuş cinsinden, zaman ve yer farkı gözetmeden söyleyebilme  kapasitesi beni  genelde  sinir etmiştir. Ve bu durumundan dolayı  anlaşılması her zaman zor bir insan olmuştur . Bundandır ki üniversite hayatı boyunca  her yıl belkide her dönem yer değiştirmek zorunda kalmıştır.  Her zaman uç noktalarda gezmeyi sever  ve yüksek düşünür  fakat  bu düşünce  hiç bir zaman faaliyet  yada uygulama olarak  hayatına yansımamıştır. '' ne oldum dememeli ne olacağım demeli ya insan '' işte  bu sözü  kendileri maalesef  yanlış anlamış  ve  hala  ne olacağım sorusunun cevabını aramaktadırlar. Lise son sınıfta , her hafta sonu yaptığımız ziyafet çekme şenliğinde ,  o her hafta   farklı bir üniversitenin farklı  bölümüne gideceğini  söylemekten bıkmamıştı  biz dinlemekten bıkmıştık. Kendilerini necip fazılın ,nazım hikmetin şairliğiyle ,peyami safanın psikolojik   romanlarıyla, hüseyin nihat atsızın milliyetçiliğiyle, orhan velinin akıcılığıyla kafkanın felsefesiyle  donatmak üzere edebi akıma vermiş olarak edebiyatı  seçtiler.  Maalesef  burada da   kendini bulamamış  bazen  yönetmen olmaya karar vermiş ,  bazen gazeteciliğe yönelmişdir. ve hala  ne olacağım sorusunun cevabını aramaktadır. Olaylara karşı son derece soğukkanlıdır  .Girişkenlik özelliği   yakın arkadaşları tarafından genelde  yağcılık olarak  algılanmaktadır.  İnsanlar ki geneli  yağ  çeken  kişileri   her zaman sevmişlerdir böylece anlaşılması zor olan mahmutun iletişimi güçlüdür . Yağcılık üzerinde  mastırını  tamamlamış olan mahmut  bey de kendine göre girişkenliği bize göre yağcılığı  çok iyi yapmaktadır .  Kendisini bir kalıba  koymayı  sevmeyen biridir  yinede  sınırları vardır. Yanlış yapılan bir hareketi kolay kolay unutmama özelliği ile günü geldiğinde babası dahi olsa yargılamaktan çekinmez.. '' eğer ki mahmut  bir şey  yapalım diyorsa  orada işi olduğundan diyordur :)  bu söz halite  ait '' 

6 Mayıs 2014 Salı

Dokuz Eylül



          Gece saat   4:00  a geliyor , elimden geldiğince  control sınavına çalışıyorum  hemen hemen konuları  hallettim sayılır ama  bazı konulardan hiç bir şey anlaşılmıyor  sanki  kitabı yazan bile  anlamadan  kendince  uydurmuş gibi  hiç bir  bağlantı kuramıyorum,   internetten de  o kadar  araştırdım yok  böyle  adım adım    anlatan bir kaynak  olmaz mı  be.    Bunları yazanlarda nasıl  beyin varmış onu çok merak ediyorum. Allah  ilmi çalışana  veriyor işte.  inşallah  şu mübarek 3 aylar hürmetine   bu   çalışmalarımızın karşılığını alırız. bir takvimin üzerinde şöyle yazıyordu  '' önce çalışmak sonra dua , ilmin esası kabul olunur ancak çalışanın duası.''

       Elimden  geleni yapayım bende  gerisi dua ve  takdiri ilahi artık. 4 gündür okula gitmiyorum öyle  böyle ne kadar  beni   deneylerle , lablarla   bunaltsa da  yine  de  evden iyi .  birazdan   sabah olacak artık  beynimde  yeni bilgilerin getirmiş olduğu rahatlıkla yatağıma  uzanabilirim ,  bugünün vermiş olduğu sorumluluğu yerine  getirmişliğin vermiş olduğu rahatlık. ama sonrasını düşününce  nereye varacak  ki  bunların sonu  çok merak ediyorum , keşke  bir müziğin ritmine kaptırır gibi kaptırsam kendimi de  hiç  ilerisini düşünmeden  sorgulamadan sadece o anın gerektirdiğini  yapabilsem  neden hayatta sürekli  iki  dakika  sonra  ne  olacak dye düşünme ihtiyacı  duyuyorum ki .

        şimdi  buna  öğrenme mi deniyor  eğer bu öğrenmekse ,  bunca  bilgi  bu şekilde nasıl çıkmış .     Okulda  kimse  öğrenmek için çalışmıyor ki  herkeste bir  not korkusu   ve  sadece  not için çalışma var  işin komik ve  acınası  tarafı ise  not için çalışıyorsun öyle yada  böyle  unutacaksın  yani imkansız aklında kalması  neyse   çalışıyorsun  öğreniyorsun da  yani  soruları çözüyorsun  kitapları hatm ediyorsun  , tamam diyorsun ya  kaçarı yok  bu hoca  nereden sorarsa   yaparım .  sınavdan çıkıyorsun  notlar açıklanıyor  yok  kardeşim   bildiğinin  çalıştığının karşılı  olmayan notlar  geliyor. işte o zaman  öleyim ben diyorsun ya .

      Sistemsizliğin ne kadar kötü bir şey olduğunu   insanların hayatlarını  karattığını   ben dokuz eylülden öğrendim .  O kadar ki  bunu   söylesem  ,  e  ne güzel  sistemsizliğin kötü olduğunu öğrenmişin diyecek  hocalar var işte ...

4 Mayıs 2014 Pazar

İYİYİM



   ''yine biri çıksa, nasılsın dese alışkanlıkla iyiyim diyeceğim. 
kederli olduğum da söylenemez zaten.- buna sebepte yok çünkü. ne taze bir ölüye sahibim, ne felaket geçirenlerim var. 
dedim ya oturuyorum öylece. iyi ki etrafımda kalbimi tanıyanlar yok.'' 

BİR HİKAYE...


      Umut o gece  çok heyecanlıydı , evin içerisinde   o odadan   başka odaya  fır dönüyordu. balkona çıktı , gökyüzüne doğru baktı . Sanki  bütün yıldızlar  karanlık  bir haberi  verir gibi  kaybolmuşlardı  uzunca bir süre  gökyüzünü izledi  ve  içeriden  annesinin   '' ne yapıyorsun orada ''  diye  seslenmesiyle  irkildi. annesine hiçbir şey demeden odasına gitti  her gece yapmış olduğu  duaları yine tekrarladı  ve  gecenin karanlığında  gözlerini  yavaş yavaş  esir  alan uykuya , geleceğin kendisine getireceği büyük degişimlerden habersiz bir şekilde    teslim oldu.

     Büyük bir  acı içerisinde  göz kapaklarını  araladı umut , etrafına baktı   kendince  her şeye anlam yüklüyordu. Yataktan sol ayakla  inmemeliydi yoksa  o gün kendisi için kötü  geçecekti,  kafasından bir süre belirliyordu  ve o sürede  gözlerini hiç kırpmadan  açık tutarsa günün iyi geçeceğine inanıyordu  yani    kaderin  işaretlere bağlı olaraktan değişeceğine inanıyordu .  Sessiz bir  kahvaltıdan sonra  babası  bende geleyim mi   dedi. umut  her şeyi ailesiyle paylaşan bir insan değildi . İlk defa çıkılacak bu yolda  yalnız olmak istiyordu zaten  içerisinde  kıyametler de kopsa  umursamaz bir tavrı  vardı her zaman . Yine umursamaz bir tavırla  ben çocuk muyum ne gerek  var dedi ,  evden ayrıldı.. Aile , umut için bu gibi olaylarda geri durmalıydı .

     Kader onu  yavaş yavaş  hayatın  kollarına bırakıyordu . O ise   yolda giderken  hayatın kapısını araladığının hiç farkında değildi . Hiç bitmesini istemediği bir  dolmuş yolculuğundan sonra okulun bahçesine geldi.  Etraftaki  insanların  ağlayışlarına  tanık oldu  . Buna anlam veremiyordu  neden insanlar  zayıflıklarını  bu kadar  kolay  gösteriyorlar ki ? Zilin çalmasıyla  polis  aramasından geçerek sınıfına gelip  sıraya oturdu ve   dışarıdan gelen insanları saymaya başladı  . Eğer kafasından tuttuğu sürede tahmin ettiği kadar insan gelirse  sınav onun için iyi  geçecekti.

    Mahallesine  doğru gelirken , kafasını kaldırmaya korkuyordu ya biri durdurursa , soru sorarsa . Güneşin sıcaklığı sokaklarda kimseyi  bırakmamıştı . sanki umut dışında her şey ; doğa, güneş ,hayvanlar ,insanlar ona bir şeyler den  haber veriyordu  . Hızlı adımlarla sırattan geçer gibi kendini  odasına attı. Daha 14 yaşındaydı umut, ama kendine göre her şeyin sonuydu .  belki kendini bu kadar sorumlu hissetmese  , bu kadar da acı çekmeceyecekti .  sonu var mıydı  bu acının  yada  bundan daha fazla acılar var mıydı  hayatta . umut kafasını  yastığa koydu ve daha hayatın hiç bir şeyiyle tanışmadan  yenilgiyi kabul etmişti.
   
      Artık insanlardan sürekli kaçar olmuştu , onları insan değilde  kendini  yargılamaya hazır birer  zebani  olarak görüyordu. çünkü kendisine göre  çok büyük suç işlememiş olmasına rağmen  suçlu hissediyordu.
Bir nevi kendine ceza veriyordu . Kulağına dedikodular fısıltılar geliyordu  ''  bu çocuk çok değişti, bunu bir doktora götürün , neden evden çıkmıyor hiç,  niye bu kadar saf bu , biraz insana karışsın '' diye.. umut ise içerisindeki kopan fırtınaları  haykırarak bağırmak istiyordu  sizin yüzünüzden diye ama söyleyemiyordu  her şey dilinin ucunda kayboluyordu. Ailesine de kızıyordu onu  neden böyle yetiştirmişlerdi ki sanki kendisini . Daha özgüveni yüksek ,  kaybetse de  kazanmış gibi davranan  hatta yüzsüz bile olsa, şu anki durumdan daha iyi olurdu , karşısındakine yeri geldiğinde büyük küçük  demeden küfredip  susturan biri olmayı ne kadar çok isterdi.

     Okula gitmek için kalkar gibi yine aynı saatte uyandı  , biraz düşündü ve  acı  gerçekle  karşılaştı  okul yoktu  , evet  hiç bitmesini istemediği  tek kendisini ifade edebildiği ve istediği gibi davranabildiği tek yerdi okul  ve artık oda yoktu .  Balkona çıktı oturdu ve gözlerini kapadı . Sanki ilkokul yıllarına ait bir  video  varmış  beyninde de onu izliyormuş gibi  yaşadıklarını canlandırmaya başladı.   Dersten önce  herkese beyaz güller dağıtmış ve  hocası  safiye hocaya karşı  ne hissediyorlarsa tahtaya yazmalarını istemişti . herkes  bir şeyler yazmıştı . Umut ise  boş yer olmadığı için bir köşeye '' sizi her şeyden çok seviyorum '' cümlesini yazmıştı  .  Safiye  hoca sınıfa girdiği anda  herkes gülleri üzerine atmıştı. Umut  titrek bir sesle  gülü uzatarak sizi çok özleyeceğiz hocam diyebilmişti. Safiye hocanın gözleri mutluluktan  kendini zor tutuyordu . Kara tahtanın önüne geldi ve yazılanlara  şöyle bir baktı, kıyıda  köşede kalmış olan  .' sizi her şeyden çok seviyorum '  cümlesini okudu ve kim yazdı bunu  dedi. O anda  umudun hocaya karşı duygularını bilen  bazı arkadaşları   umut umut  diye  bağırdılar.  Safiye hoca   umut'un gözlerinde  ki heyecanı belki anlamıştı  , anlamışsa bile  hiç belli etmemişti . Umut için orada sadece  o cümleyi okuması  bile o kadar hoşuna gitmişti ki . Gözlerini açtı ve  bu  kısacık anın getirmiş olduğu mutlulukla   gülümsediğini fareketti.

     Safiye hocanın numarasını  okul arkadaşı olan Eliften   bir şekilde  almıştı. Ne yazmalıydı  saatlerce düşündü . Yok aklına  hiçbir şey gelmiyordu .  Bir de kafasın da bu yaptığının ne kadarı  doğru onun düşüncesi vardı .  Olmayacak duaya amin demek gibi bir şeydi onunkisi. Ama  şu geçmeyen zamana  ve içinde bulunduğu sıkıntılı durumu  güzelleştiren tek şeydi safiye hoca . Sanki bütün kelimeler ,ona yazacağı ne olursa olsun  duygularını ifade edemeyecekmiş gibi hissediyordu . En sonun da    şu satırlar döküldü ;

'' Her şey bir oyun gibiydi,
 Herkesi kandırabileceğini sanan çocuklar gibiydik,
 Ama yüreğimin  bu oyuna katılabileceğini hiç düşünmedim.
Oyun bitti  diğer oyunlardan farkı ise  bir daha tekrarlanmayacak olması.
yüreğim ise bu oyunda  kaldı ..... sizi seven biri ''

    Saatlerdir cevap bekliyordu ,  sanki  hocanın umurunda değilmiş gibi  hiç bir şey yoktu . Yine de  gizemli aşık rolünü oynamaya devam etti .

    Kendi iç dünyasıyla büyük bir  savaş içerisindeydi çünkü  attığı mesajlar   tamamen  mantıksal düşüncenin dışında  duyguların yönlendirmesiyle  ortaya çıkıyordu.  Neydi bu sevgimi , aşk mı, özlem mi,  yada içinde bulunduğu buhranlı  havaya  bir nebze olsun dağıttığını sandığı bir  uğraş mı ?    Karar  veremiyordu tek bildiği  böylece kendini daha iyi hissediyordu .  Fazla bir şey  istemiyordu aslında  sadece  bir cevap  en azında  kimsin diye  bir  mesaj olabilirdi.  Kadınlar , oysaki  merak konusunda inanılmaz varlıklar olarak bilinirdi ona göre.
 
     O gece  çok  düşünmüştü  ve kaderin ona  göstereceği işaretle hareket etmeye karar  verdi. Sabah ilk iş olarak   dışarıya çıkmış ve  gelen arabaların plaka  numaralarında  hangi harf in  ve rakamın olduğunu  tahmin etmeye çalışıyordu. Eğer doğru tahmin ederse   hiç vazgeçmeden  mesaj  atmaya devam edecekti,  yoksa   kim olduğunu  söyleyecek  ve  yine  cevap gelmezse    vazgeçecekti.  Gün boyunca çok heyecanlıydı mesaj atmamak için sürekli  telefondan uzaklaşıyordu  ama bir taraftan da  atmayı  çok istiyordu , öğleden sonra  büyük bir heyecanla ismini ve soy adını  göndermişti . Hiç beklemeden  anında  cevap gelmişti , o kadar heyecanlıydı ki sanki  başka  bir dünyadaydı   , varlık ile yokluk arasındaydı  ama ne görebiliyordu ne de duyabiliyordu  tek hissettiği beyninde  bir titreme . Derin derin nefes alıyordu.

      İçinden allahım yardım et diyerek   mesajı okudu. Yüzünde  aptallıkla  komiklik arasında bir gülümse belirdi  başka hiç bir hareketlilik  olmadan, sadece bir noktaya bakıyordu .  Arada  birde  gülümsüyordu   bir süre sonra tekrar kendine geldi  ve mesaja   yine baktı, yine baktı  ve yine baktı . Mesajda  ''   lanet olsun sana  , benim senin gibi bir öğrencim olamaz , bir daha  beni rahatsız etme.'' yazıyordu .

        Bu sözleri  hak edecek  ne yapmıştı ki ,  keşke dedi  içinden  şu anda yer yarılsa da  beni içine alsa . kendinden geçmiş bir halde  nereye gittiğini bilmeden evden çıkmıştı , bütün insanlar  kendine  çıplakmış  gibi  lanetle bakıyorlarmış gibi hissederek , insanlardan utanıyor  ve  korkuyordu  . Hiç bilmediği  sokaklardan  yürüyordu , düşünmeden nereye gideceğini bilmeden.

        Sıcaklığıyla yakan güneş  sanki  elleriyle   göz kapaklarını  zorluyordu,   gözlerini  ovaladı   ve  etrafa  bakmaya  başladı  ,    burnuna değişik kokular geliyordu   ne kokusu olduğunu anlayamıyordu  kendine geldikçe   , bir   arabanın içinde olduğunu anladı . Eski  bir arabaydı  yada  yollar çok  bozuktu  çünkü araba  çok fazla sallanıyordu  hatta bazen  yer çekimi  yokmuş gibi  koltuktan  havaya  zıplatıyordu.  Etrafta  çuvalları gördü her yerde  çuvallar vardı  ve  kendisi onların arasında   küçük bir yere sıkışmıştı . Biraz doğrulmak istedi ama  o da ne!  Ayaklarını hissetmiyordu   , hafiften elleriyle bacaklarını sallıyor  ve   uyuşukluğun  gitmesi için uğraşıyordu  . Bir an kendini  o dar yerden dışarı atacaktı ki , o ani hareketle  bacaklarına  çok fena  bir ağrı saplanmıştı  ve öylece  kalakalmıştı. Bir süre sonra  ağrılar yatışmış  ve   uyuşukluklar  geçmişti.  Kafasını kaldırdı  çaprazda  iki  kadın   oturuyordu  kafalarındaki  siyah peçelerden yüzleri tam görünmüyordu ama   biri  aşırı  şişmandı.   diğerinin  kucağında  bir  çocuk  ve sürekli  daha gelmedik mi diye  annesine sorular soruyordu.  Kadın  ''Oğlum daha yeni çıktık  sus  bir '' diye azarlıyordu.  Sesi  genç bir bayana  ait gibiydi. Diğer tarafta   yaşlı  bir amca oturuyordu  elleri titreyerek  su içmeye çalışıyordu , bir de böyle  sallanan  bir araçta  onun için  bu iş  ne kadar zor gibi görünüyordu. Amcanın yüzündeki   o  kırışıklar   her şeye hayatın gerçeğini  haber veriyordu . Tekrardan  daha rahat bir şekilde yerine oturmaya çalıştı.

          Umut hatırlamaya başladı  .Evden çıktıktan sonra onun  için gidilecek hiç bir yer yoktu ,  bu durumda onun için gidilecek tek bir yer vardı.  İnsanların  olmadığı yerlerden  bir yerdi .  Ve oraya,  sadece kuş sesleri  ve   kocaman ağaçların olduğu  yere  geldi. . İlk defa ölümü  bu denli düşünür olmuştu . Acaba ölüm nasıl bir şeydi .    mezarların arasına doğru uzandı  gözlerini  kapadı  ve  nefesini tuttu.  hiç bir şey  hissetmemeye çalışıyordu . Bitsin diyordu  bu acı , ama  ona  inat  bütün hücreleri  nefes alması için öyle bir  baskı yapıyordu  ki ,   dayanamayacak  noktaya gelmişti. Ölüm  neden bu kadar zordu. İnsanlara, hayatın acılarının  yanında , ölümün  daha  zor olduğunu  göstermek  ve  onlara  ölüm   günlerinin , yani Azrail  meleğinin  gelip   insanların ruhlarını alacağı gün  gelmeden ,  intihardan vazgeçirmek için miydi?   En sonunda dayanamadı   hızlı hızlı nefes aldı.  Uzandığı yerden   gökyüzüne doğru  ,  her biri  yüzlerce, binlerce , yüz binlerce  ve  daha fazla   ölüyü  köklerinin arasına  alan  ve  onlarla   hayat  bulan ağaçlara  bakıyordu.  Acaba ağaçlar da  ölüleri dünyadaki  iyi insan yada  kötü insan  oluşuna göre  seçiyor muydu?  Ağaçlar  nereden bilecekti ki  iyi yada kötü olduğunu. Bilirdi tabi ki , kötü insanın ruhunun  pisliği  bedenine de  yansımıştır mutlaka . Nasıl bir insan yiyeceği yemeğin tadının bozuk olup olmadığını  bilirse ağaçlarda bilebilir  diye düşündü.  Acaba kendi ölümü  nerede ve nasıl olacaktı .  Şu an içinden   kaybolduğu  ve  ölmek için can attığı  halden   kurtulup   bu yaşadıklarına  gülerek  bakarken , hayatında olmadığı  kadar mutluyken  ve  hiç ölmek istemediği bir anda  mı  ölecekti  yoksa.  Yaşlı bir amcanın  ''evladım ne yapıyorsun  orada ''  demesiyle  irkildi  ve  hızlı bir şekilde yerinden kalktı.  Hiç amca  hayatı  ve ölümü yaşıyordum  demek istedi ama   hiç bir şey demeden   arkasında   susan sessiz çığlıklarını bırakarak uzaklaştı.
 
       Evine dönmek istemiyordu , artık  sevdiğim  dediği insanlar bile  ona  canavarlaşmış gibi geliyordu.  kendini  doğruca köy garajında bulmuştu.  İnsanların olmadığı ikici yer , köyüne  gitmek için şoförle   konuşuyordu.  Şoför  yer yok diyordu ama umut  gitmem lazım  ne olur amca ,  istersen aracın  üstünde gideyim diyordu.  Şoför yok   yiğenim   sıkı denetleme  var  bir de  bana o kadar ceza mı yazdıracan sen diyordu. Fazla ısrara dayanamayan şoför  bekle burada  en son  yer olursa  sıkışırsın bir yere  dedi . Tamam  dedi  umut.  Zaten  her yere sığarım  mutlaka yer bulurum diye düşünmüştü.

       Umut  başını  yaslayarak camdan dışarı bakıyordu . Yüce dağ ,  sanki  zirvelerine ulaşılmaması için  yükseldikçe yükseliyordu. Dağın zirvesine ulaşılmış ve bir vadiden geçiliyordu , dağın iki yamacı da gün ışığının buraya  girmesine izin vermemişdi.  Vadinin  soğu havası  sıcak yaz  mevsimine rağmen  bir anlık titremeyle kendini hissettirmişti. O an gelmişti , karşısında  sanki  çok iyi bir  ressamın ellerinden çıkmış  tablo gibi duran  o  muhteşem  manzara  vardı . Dağın yüzeyinde,   dinamitlerin bile  patlatamayacağı kayaların arasından ,  bir insanın dokunuşuyla  parçalanacak olan bir tohum  , yaratıcının  yüce  kudretiyle o kayaları delerek ve  kayaların içine kök salarak  kendine hayat bulmuştu. Bu manzaraya bakmaya doyamıyordu. bir an hayatın düğmesine basıp  her şeyi durdurmak istemişti.  Ne zaman  buradan geçse  arabayı durdurup,  bu manzaranın resmini çizmek istemişti.  bir kaç defa  buna yeltenmiş  burada  durabilir miyiz   demişti ama  her defasında  olumsuz yanıt almıştı. Kimse  onun gördüklerini görmüyor muydu ?. Yanlış olan  hangisiydi umut mu   diğerleri mi?   bu içinde  har zaman bir ukte olarak kalmıştı. işte de  büyümeyi  her şeyden çok bunun için istiyordu . Kimseye  bağlı olmamak için , istediği gibi  davranabilmek için.   Büyüdüğü zaman istediği an buraya gelebilecek, arabasını durdurup  eşyalarını  çıkarıp    büyük bir keyifle  içerisindeki bütün duyguları  karşısında gördüğü manzaraya  katarak   tablosuna aktaracaktı  ve  bu anın hayaliyle  yolculuğu devam etti.

     Şoför  nerede ineceksin dedi , şöyle bir etrafına baktı ve  köyünün girişinde olduğunu fark etti . Tamam ben burada inerim dedi zaten hiç eşyası yoktu yanında  yürüyebilirdi. yolculuk kendini baya bir yormuştu   bir iki  vücut hareketiyle kendine gelmeye çalıştı.   Yaz güneşi  her tarafı   öyle bir ısıtmıştı ki  çok sıcak bir hava vardı , toprakların üzerinden  yansıyan sıcak havanın  yansımasını  görebiliyordu ,  her yerden  ağustos böceklerinin  sesleri  geliyordu. Sanki  doğa  bütün sevgisiyle kendisine  hoş geldin diyordu.

     Her zaman üzerinden araçla geçerken içinde balık var mı diye , arabanın camından fırlayacakmış gibi  heyecanla baktığı köprünün üzerindeydi . Akan nehre doğru  bakıyor ve  akıp giden  suyun serinliği   yüzüne vuruyordu...

   her şeyde bir sakinlik vardı burada , suyun sesi , rüzgarın çam ağaçlarından çıkardığı ses ve ağustos böceklerinin sesleri   arasında   evine gelmişti. kapının kilitli olmasından dolayı eve girmek için bir yer arıyordu  evin etrafında bir iki tur attıktan sonra , evin tuvaletinden çatıya  oradan da  eve girebilmişdi. çatıdaki kilidi kırmak için epey uğraşmıştı. zor bir yolculuk ve  kilit kırma  çabası  onu yormuştu. bu durum  kaç gündür kendini  uykuya  bu kadar  özlem duymasına sebep olmuştu  ,  odadaki koltuğa kendini bırakmış  ,zaman denilen olayın yok olduğu  uykuya dalmıştı .

  
   


Devamı gelecek...


   
   

2 Mayıs 2014 Cuma

DÖNÜŞÜM



         Geçmişin pişmanlığı neden  bu kadar acımasız , telafi edilmeyeceği için mi  artık  dönülemeyecek olduğu için mi ? belki ben  fazla   karamsar hissediyorumdur  başka insanlara göre  ama şu an kendimi bir  boşluktaymışım gibi hissediyorum ve düşüyorum  sonu gelmiyor  ve geldiğinde de  tekrar kalkamayacağım gibi  hissediyorum.
     
        dış dünyaya  karşı  sürekli  kendimden ödün veriyorum   kedime ait hissetmediğim davranışlar  ve ortamlarda bulunuyorum , belki  yalnızlık korkusundandır belki yarın  korkusundandır  yada  her şeydendir sonu görülmeyen bir sonsuzluk .
her şeye çok  geç kalmışım gibi bir  his, örümcek ağı gibi  sarıyor  her tarafımı . Neden doğru yerde doğru insanlar karşıma  çıkmadı ki ?  Buda muammalı bir soru  , dolap değil ki  içini açıp bakalım  insanlara .
     
       Şu günlerde en çok yapmayı sevdiğim şey uzun yürüyüşler yapmak hem dışar da görünüyorsun hem insanların arasın da .. çünkü  ne zamandır düşünmediğimi  fark ediyorum bu sayede   sadece günü  yaşadım  demek için  yaşadığımı   fark ediyorum.  Hem  yol parasından da kurtuldum   böylece  ,okula yürüyerek git gel  yapıyorum  bide sağlık  yararı  var tabi  şu hareketsiz  enerji verimliliği sıfır olan hayatıma.
     
       Yeter artık kurtulayım şu boşluktan  çakılayım ,yerin dibine geçeyim, ne olacaksa olsun , ama  olmuyor  bu düşmenin sonu  yok  sebep ne?   Ona bile    yani  en dibe  bile batmaya geç  kaldım herhalde  yada daha   kötüsü şu an en dipteyim ama  fark etmiyorum belkide.

    ' kendini  arayan adam '   bir kitap adıydı sanırsam lisede  yurt  etütlerin de çok görürdüm ama  hiç okumak  nasip olmadı   o zamanlar kendimi aramama gerek yoktu ki.

    şimdi kendi gerçeğime dönmem gerek  gecenin bu saatinde   haftaya  control  sınavı  ve  ben burada  yazı yazıyorum  hayatımda hiç bir şeyin olmadığı gibi bunun bile planı yok  işte.  Neyse iyi bir  mühendis  kolay yetişmiyor  hemde   dokuz eylül gibi  insanın  kendine olan  özgüvenini  sömüren bir yerde   hiç......

    dün sabaha karşı kendimle konuştum,
    ben  hep kendime çıkan bir yokuştum.
    yokuşun başında bir düşman vardı.
    onu vurmaya gittim kendimle vuruştum.